You are currently viewing Kazkafanın Kitabı / Yiyun Li / İş Bankası Kültür Yayınları

Kazkafanın Kitabı / Yiyun Li / İş Bankası Kültür Yayınları

İlk basım tarihi: Eylül 2022

Çeviren: Nuray Önoğlu

     Bütün hayaletler, hayaletlere özgü yetenekler talep eder: biçim değiştirme, musallat olma, bizim görmediğimiz şeyleri görme, yaşayanların hayatının gidişatını belirleme. Eğer ölülerin hayalet olmaktan başka seçeneği yoksa Fabienne’in hayaleti, diğer hayaletlerin gurur duyduğu klasik numaralarla yalnızca alay ederdi. Onun hayaleti tamamen başka bir şey yapardı.

(Sayfa 12)

… Yine de efsane dediğiniz, çirkin ve sıkıcı olanı örtmek için bir perde değil de nedir?

     İnsanlar çoğu zaman çirkin ve sıkıcıdır.  Bazıları için ikisi birden geçerlidir. Dünya da öyledir. Dünya çirkin ve sıkıcı olmasa, efsanelere ihtiyacımız olmazdı.

(Sayfa 27)

     Bir hikayeyi bilmekle onu yazmak arasındaki fark nedir? Biz çocukken sormam gereken ama o zaman nasıl soracağımı bilmediğim sorular şunlardı: Bir hikâyeyi bilmek yeterli değil midir? Onu yazmak için zaman harcamak neden?

      Cevabı şimdi  buldum, hem Fabienne hem de kendim için. Bizim kim olduğumuz ve ne bildiğimiz dünyanın umurunda değil? Hikayelerin yazılması gerek. Başka nasıl intikam alabiliriz?

(Sayfa 34)

       Kadınlar, yüzlerinde genç kızlara has ifadelerle, bana Fransa’yı, Fransız mutfağını ve Fransız modasını sorardı. Ben de onlarınkine denk bir genç kız ifadesi takınır, onları işitmek istediklerini sandıkları şeyleri söyleyerek cevaplardım. Gerçi bazen, İngilizce konuşurken yumuşayan sesimin gerilerinde, alayla güldüğümü sezerdim: Benim Fransa’mı bilmek istediğinizden emin misiniz? Size birkaç şey, ne kadarına dayanabilirseniz  o kadarını anlatabilir ve akşam yemeği için duyduğunuz iştahı memnuniyetle kapatabilirim. Ve yarın sabah çamur rengi kahvenize, parlayan domuz pastırmanıza ve rafadan yumurtanızın sarısına bakarken, şiddetli yağmurun yüzeye çıkardığı kurtçukları, kesilen domuzların acı feryatlarını, soluk soluğa nefes alıp verişlerinin akıp giden bir tıslamaya dönüşmesini ya da yumurtanın içinde oluşumunu tamamlayamayan ve sonra kabuğun içinde ölen civcivleri hatırlarsınız. Ayrıca bir zamanlar yaşamış hiçbir şeyi, öldükten sonra heba etmediğimizi de hatırlarsınız. Kendilerinin yenmesini öteleyebilmek için yemeyi bekleyen aç yaratıklar daima olurdu.

(Sayfa 47,48)

 ….Pek çok insanı bizim için yapamayacakları şeyler nedeniyle affederiz ama annelerimizi affedemeyiz; annelerimizi başkalarını koruduğumuzdan daha çok koruduğumuz da doğrudur. Bazen düşünüyorum da çocuk sahibi olmayışım bazen daha bile iyidir: Saymaya kalksam onlar çin yapamayacaklarım yapabileceklerimden çoktur ve hayatta çocuklarımın beyhude korumasından yoksun yol almayı yeğlerim. İnsanlar anne olmanın daima bir kumar olduğunu çoğunlukla unutuyor; ben kumarbaz değilim.

(Sayfa 61, 62)

     O günden bu yana, hayatım boyunca, ne zaman bir şey olsa gökyüzüne özellikle dikkat ettim. Size yakın olan insanlar bir an sonra yok olabilir, oysa gökyüzü daima oradadır, başınızın üzerinde bi çatı olsun olmasın.

(Sayfa 65)

    Onlara benim –hayır, benim değil, Fabienne ve benim– sunduğun dünyaya gelince: Gerçek miydi? Ne kadarı gerçekti? Bir dünyayı cetvel yahut tartıyla ölçüp, gerçek olmaktan iki santim yahut iki kilo eksik olduğu sonucuna varamayız. Bütün dünyalar, uydurulmuş olsun olmasın, eşit oranda gerçektir. Ve dolayısıyla eşit oranda gerçekdışıdır. Annemle babama Paris’te fotoğraf çekimi için poz verdiğimi söylesem, bana kimsenin inanmayacağı hikayeler uydurduğumu söylerlerdi. Paris onlar için gerçek değildi. Benim şöhretim de öyle.

(Sayfa 83)

  … İnsanlara cevaplanamaz sorular sorma hakkını kim veriyor, sık sık merak ederim, ama sorgucular bunu asla idrak edemiyor olsa gerek: Beyinsizce sözler ettiklerini bilmeden ve yalnızca beyinsizlerin cevap vererek onları tatmin edeceğinden habersiz, sorular soruyor ve cevaplar istiyorlar.

(Sayfa 87)

     Çoğu zaman yaşamanın taş-kâğıt-makas oyununa benzediğini düşünürüm: Kader umudu alt eder, umut cehaleti ve cehalet de kaderi. Ya da zihnimi meşgul eden haliyle: Kaderciler umutluları, umutlular cahilleri ve cahiller kadercileri cezbeder.

(Sayfa 95)

  … Çocukluk arkadaşlığı, aynı coğrafi ve zamansal önkoşulları sağlaması gerekmesine rağmen, daha seyrek rastlanan bir şeydir: Bir çocuk bir başka çocukla bağ kurmak peşinde değildir. Bilmeye ve anlamaya meydan okuyan o bağ, ya vardır ya da yoktur; bir kez bağ kurulduğunda, ortam değişinceye kadar hiçbir çocuk o bağı nasıl koparacağını bilemez. Şarkıların ve şiirlerin daha ziyade ilk görüşte aşkla iliglşi olması beni şaşırtıyor: Bu olguyu deneyimlediğini iddia eden insanlar, kendilerine çeki düzen vermiş aşka hazırlanmışlardır. Bunda olağandışı bir yan yoktur. Çocukluk arkadaşlığı ise çok daha mukadderdir, öylece olur.

(Sayfa 97, 98)

        İnsanın gözünü kör eden hakiki öfke, insanın gözünü kör eden hakiki cesarete benzer – kafese kapatılmış bi sincap yahut kazara odaya girmiş bir kuş gördüyseniz, bunu anlarsınız. Sincabın pençelerinin kafesi sarsıp açamayacağının yahut pencere camının kuşun çarpışıyla açılmayacağının bir önemi yoktur. Umutsuzluk ve kör talih, bazılarını –hayvanlar, çocuklar– harekete geçirir.

(Sayfa 280)

    Belki bende anne ve babama göre farklı bir malzemeden doğmuştum. ben sert biri olarak doğmuştum, hayatımdaki çoğu insandan daha sert, o yüzden annemle babam da aralarında olmak üzere, başkalarının sevgisini hissedemediğimde, yalnızca kendimi suçlayabilirim. Bizde onarılamayacak hasarlar yaratamayacak kimselerin sevgisi çoğunlukla yetersiz gelir; haklı ya da haksız, sevgilerinin bir önemi olmadığını düşünebiliriz. 

    Benim üzerimde bir çizik bırakabilecek yegâne kişi –o zaman ve şimdi– Fabienne’dir.

     Bir elmayı elmayla kesemezsiniz. Bir portakalı portakalla kesemezsiniz. Bütün o yıllar boyunca Fabienne ile kendimizi aynı dalda asılı iki elma yahut aynı sandıkta yan yana duran iki portakal ya da  hatta şu tuhaf biçimli patatesler yahut turplar gibi birleşik benliklerle doğmuş, iki bedende bir olduğumuza inandırmıştık. Ama bu yalnızca hayal kurmaktı. Gerçek Fabienne ve benim iki ayrı varlık olduğumuzdu. Ben Fabienne’in bıçağının bileyitaşıydım. Hangimizin daha sert malzemeden yapıldığını sormanın anlamı yoktu.

(Sayfa 290, 291)

      Asıl hikâyeyi anlatmak yeteneğimizi aşıyordu: Kız çocukluğumuz, dostluğumuz, aşkımız – hepsi görkemli hepsi sonuçsuzdu. Dünyada bizim gibi iki kıza yer yoktu, o zamanlar yavaştım, anlayamamıştım, ama hiçe sayılmış, engellenmiş, hatta ölümcül bir biçimde yaralanmış Fabienne, kendisi ve benim adıma dünyayı aptal durumuna düşürmeye çalışıyordu. İntikam, çoğu kez, sonunun sunacağından çok daha büyük vaatlerle başlayan bir hikayedir.

(Sayfa 309, 310)

    Ama herkesin hakkımızda yanıldığı gibi, o da benim hakkımda yanılıyor. Kazlarım rüya görüyorsa, başkalarının o rüyaları bir anlığına olsun görülmeye izin verilmeyeceğini de yalnızca onlar bilir ve yalnızca onlar bilir ki kimsenin onları yargılamaya hakkı yoktur. Ben de kazlarım gibi yaşıyorum.

(Sayfa 310)

Bu şarkıyı Agnes ve Fabienne için dinliyorum. Bu kitap ve bu şarkı benim dünyamda daima bağlantılı olacak.

Leave a Reply