You are currently viewing Hayvan Mezarlığı / Stephen King / Altın Kitaplar

Hayvan Mezarlığı / Stephen King / Altın Kitaplar

Çeviren: Mehmet Harmancı

Yaşlı adam eğilip Eileen’e göz kırptı.  “Yaşamın diğer şeylerine benzer bu da Eileen . Yoldan ayrılmayacaksın, hepsi bu. Yoldan çıkarsan bir de bakarsın ki kaybolmuşsun şansın yoksa. Sonra arkandan da seni aramaya insan çıkarırlar.”

(Sayfa 33)

 “Ölüm de yaşamın bir parçası kızım,”dedi

“Kötü bir parçası öyleyse!”

Buna verecek bir karşılık yoktu. Kız ağlamaya devam etti. Sonunda dinecekti gözyaşları. Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek olan bir gerçekle huzursuz bir barış yapmanın ilk adımıydı bu.

(Sayfa 44)

     Louis’in Eileen’i üzerinden korkuyla çağırdığı ağaç yığını şimdi bir kemik kümesi olmuştu. Kemikler hareket ediyordu. Kıvranıyorlar, takırdıyorlardı. Azıdişleri, köpekdişleri, çene kemikleri, kalça kemikleri. İnsan ve hayvanların parıltılı kafataslarını görüyordu. Parmak kemikleri çatırdıyordu. Bir yanda bir ayak parçası soluk renkli eklemlerini açıp kapıyordu. 

    Hareket ediyordu… sürünüyordu…  

(Sayfa 77)

 33, 44, 77 mi? tesadüf olamaz büyülü bir kitap bu .  

   Belki de insanların açıklanamayan şeyler karşısında yaptıkları budur diye düşündü. Belki de mantık dışı şeyler karşısında bunu yapıyorlar. Belki de insan zihni bir sabah arka avlusu üzerinde uçarken gördüğü uçan daireyle böyle başa çıkıyordu.Kurbağa yağmuruyla. Gece yarısı yatağın altından çıkıp ayağını gıdıklayan elle. Ağlama ya da gülme nöbetleriyle… Karşındaki kendi bütünlüğünü bozmayacağına göre, bir böbrek taşıymış gibi parçalamadan kurtulurdun korkudan. 

(Sayda 82)

 “ Son altı yıldan bu yana kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim,” dedi Louis. “Kızımın kedisini gömmeye gelmişken söylenecek bir şey değil belki ama gerçek bu. Kendimi çok iyi hissediyorum Jud.”

      Jud da bir kaç kez soluk alıp verdikten sonra, “Biliyorum,” dedi.  “ Arada sırada öyle olur. Kendini iyi hissedecek zamanı kendin seçemezsin, aksini de. Bulunduğun yerin de bununla bir ilgisi vardır, ama buna pek güven olmaz. Eroinmanlar da kollarına şırınga yaparken çok iyi hissederler kendilerini, oysa o anda zehirleniyorlardır. Hem vücutları hem beyinleri zehirleniyordur. Burası da öyle olabilir Louis, sakın bunu aklından çıkarayım deme. Umarım doğru olanı yapıyorumdur. Öyle yaptığımı sanıyorum ama emin olamıyorum. Kafam karışıyor bazı bazı. Bunama yaklaşıyor herhalde.”

(Sayfa 116)

=> Sayfa 120 Jud’un gözündeki tuhaf bakış ve Ölü Adam’ın bataklığı.

=> Sayfa 122  Bataklıktaki yaratıklar, çığlıklar ve kahkahalar.

“ Jud bu gece ne yaptık?”

“Kızının kedisini gömdük.”

“Yaptığımız yalnızca bu muydu?”

“Yalnızca o,” dedi Jud. “ Sen iyi bir insansın Louis, bir kusurun var ama, o da çok soru sorman. İnsanlar kimi zaman doğru olduğunu sandıkları şeyi yaparlar. Kalplerinde doğru olduğuna inandıkları şeyleri yani. Eğer bu şey

 yaparlar, sonra da kendilerini rahat hissetmezlerse, sanki hazımsızlık çekiyormuş gibi olurlarsa, soru sormak ihtiyacını hissederlerse, yanlış bir şey yaptıklarını sanırlar. Ne demek istediğimi anlıyormusun?”

     “Evet.” Louis yaşlı adamın aklından geçenleri okuduğunu düşündü. Birlikte ışıkları yanan eve doğru yürüdüler.

     “O insanların akıllarına gelmeyen şey kalplerinden önce o kuşku duygularını araştırmaktır.” Jud, Louis’in yüzüne dikkatle baktı. “ Ne diyorsun Louis?” 

   “ Haklı olabilirsin derim.” 

    “ Ve bir insanın yüreğindeki şeyler… bunlar hakkında konuşmak pek yarar sağlamaz, değil mi?”

“Eh.”

Louis sanki evet demiş gibi Jud, “Sağlamaz elbette,” dedi. Sesi öylesine kendinden emin, öylesine aman vermezdi ki. “Bunlar gizli şeylerdir. Kadınların iyi sır sakladıkları söylenir, gerçektende biraz ağzı sıkıdırlar, ancak sahiden bir şey bilen bir kadınsana bir erkeğin kalbinin içini göremediğini söyleyecektir. İnsanın kalbinin toprağı daha taşlıdır Louis, Micmac’ların mezarlarının toprağı gibi. Kaya tabakası yüzeye çok yakındır. Bir insan orada ne yetiştirebilirse onu yetiştirir…”

(Sayfa 130,131)

=> Sayfa 139,  Church’ ün gelişi.

=> Sayfa 145 Wendigo bahsi.

=> Sayfa 148 Jud’un Micmac mezarlığına ilk gidişi.

“Dinle Louis, Lester’in boğası aksilenen tek hayvandı bildiğim kadarıyla. Bayan Lavesque’nin küçük köpeği bir kere postacıyı ısırmıştı galiba… Hayvanların zamanla kötüleştiklerini falan da duymadım değil… ama Spot hep iyi kaldı. Yalnız ne yaparsan yap, hep toprak kokardı… ama iyi  bir hayvandı. Annem bir daha elini bile sürmedi köpeğe, ama iyi bir hayvandı Louis. Bu akşam gidip kediyi öldürürsen tek bir şey bile söylemeyeceğim. Orası… insanı bir kez etkisi altına aldı mı, dünyanın en iyi nedenlerini uyduruyorsun sonra… ama yanılmış olabilirim Louis. Stanny B yanılmış olabilir. Ben de Tanrı değilim. Ama ölüyü diriltmek… Tanrı olmaya ancak bu kadar yaklaşılabilir., değil mi?”

(Sayfa 156)

“Church iyi kızım,” dedi Louis.

İyidir elbette. Bütün gün evde yatıyor ve o garip, bulanık gözleriyle beni gözetliyor, sanki bir kedinin sahip olduğu zeka her neyse işte onu yok etmiş birini görmüş gibi.

Çok iyidir. Dokunmaktan iğrendiğim için geceleri süpürgeyle atıyorum dışarı. Süpürür gibi itiyorum, o da gidiyor. Geçen gün kapıyı açtığımda bir fare vardı ağzında. Kahvaltı diye bağırsaklarını boşaltmıştı hayvanın. O sabah ben kahvaltı edemedim. Bunun dışında…

“İyi kızım.” 

(Sayfa 160)

Church şöminenin önüne gitti ve hantal bir şekilde çöktü ateşin yanına. Kedinin bütün inceliği kaybolup gitmişti artık. Louis’in hatırlamak bile istemediği o geceden sonra. Hayvan bir şeyini daha kaybetmişti. Louis bunun farkındaydı ama ne olduğunu tam olarak anlaması için hemen hemen bir ay geçmişti.  Kedi artık hiç mırıldanmıyordu. Oysa eskiden, özellikle uyuduğu zamanlar, hiç durmadan, özellikle uyuduğu zamanlar, hiç durmadan mırıldanırdı. Öyle ki, çoğu gece Louis uyuyabilmek için kalkıp Eileen’in kapısını kapatırdı.

(Sayfa 171)

Beni unutma Doktor Creed. Canlıydım, sonra öldüm ve şimdi yine canlıyım. Dönüşümü tamamlayıp geldim buraya, öteki taraftan geldiğinde artık mırıldanamadığımı ve avlanmaya alıştığımı söylemeye geldim sana. Bir insanın yetiştirebildiğini yetiştirmesi gerektiğini söylemeye geldim. Bunu sakın unutma Doktor Creed. Ben senin kalbinin bundan sonra olacağının bir parçasıyım… Karın var, kızın var, oğlun var… ve bir de ben varım. Sırrı hiç unutma ve bahçeni bakımlı tut. 

(Sayfa 177)

=> Sayfa 182, Jud’un  Norma’nın cenaze hazırlıkları sırasındaki hali, Louis’in ona hayranlık duyması ve sevdiğini hissetmesi

Işıkları söndürerek, “Hadi yatalım,” dedi. Birlikte çıktılar yukarı. Louis karısıyla sevişti… ama kadının içindeyken bile buz tutmuş camların ardını, Church’ü, bir zamanlar kızının ama şimdi kendisinin olan kediyi düşünüyor, onun  nerede ne avladığını ya da öldürdüğünü merak ediyordu. İnsanın kalbinin toprağı daha taşlıdır, diye düşündü. Rüzgar o acı ve kara şarkısını söylüyordu. Pek uzak olmayan bir yerde bir zamanlar kızına ve oğluna eş başlıklar örmüş olan Norma Crandall, Mount Hope’un bodrumunda çelik grisi American Eternal tabutunun içinde yatıyordu; yanaklarını dolgun göstermek için cenaze evinde ağzına doldurulan beyaz pamuk kararmaya başlamış olmalıydı. (Sayfa 201)

Şubat soğukları sona ermiş, mart soğukları, yağmurlar ve donlar başlamıştı. Jud Crandall’ın yası da sona ermişti; psikologlar sevilen bir insanın acısının ölümden üç gün sonra başlayıp dört ila altı hafata sürdüğünü söylerlerdi. Ama zaman geçerdi, insanın bör duygusu bir başka duyguyla yer değiştirirdi. Güçlü bir acı daha yumuşak bir acıya dönüşür; bu daha yumuşak acı yerini yasa bırakır, yas da sonunda bir hatırlama olurdu. Bu da altı ay ila üç yıl sürer, ama yine de normal sayılırdı. Gage’in saçı ilk defa kesilince Louis bundan şakayla söz etti ve kendi yasını tuttu, ama yalnız kendi içinde. 

    Bahar geldi ve bir süre devam etti.

(Sayfa 202)

Louis Creed daha sonraları hayatının en mutlu gününün 24 Mart 1984 olduğunu düşünecekti. Başlarına gelecek olan şeyler daha yedi hafta uzaktaydı, ama sonradan o yedi haftayı düşününce bu sürede önemli bir şey olduğunu hatırlamaycaktı. O korkunç şeylerin hiçbiri olmasaydı, yine de o günü sonsuza dek anımsayacaktı. Baştan sona kadar iyi geçen günler zaten azdır. Belki de bir insanın yaşamındaki gerçekten iyi günlerin toplamı bir ay bile değildir. Louis’e göre Tanrı acı dağıtmaya gelince daha cömert davranıyordu. (Sayfa 202)

       Bayan Vinton’un arsası çöl kadar büyüktü; dünya pırıl pırıl ve kocamandı; uçurtma yüzlerce metre yüksekte uçuyor, avucunun içindeki ip canlıymış gibi titriyordu. 

    “Uçumpa uçtu,” diye bağırdı Gage. Louis oğlunun omuzlarına attı kolunu, eğilip yanağından öptü. Rüzgar yabani bir gül yerleştirmişti yanağına.

    “Seni seviyorum Gage.”

     Ancak iki aylık ömrü olan Gage de neşeyle güldü.

“Uçumpa uçtu! Uçumpa uçtu baba!”

(Sayfa 206)

İnsan aklının alabileceği dehşetin sınırı olacağına inanmak yanlış bir düşünce olmalıdır. Tersine insanı saran karanlık arttıkça harekete geçen bir mekanizma da bu sınırı sonsuza dek genişletir. İnsanın deneylerinin kendisine verdiği kanı şudur: Karabasanlar giderek karardıkça dehşet üstüne dehşet yağar, bir kötülük bir başkasını doğurur, sonunda karanlık her yeri, her şeyi kaplar. İnsana en dehşet veren sorun da zihninin bunların ne kadarını alacağı ve yine de acımasız, uyanık bir aklı başındalığa sahip olacağıdır. Bu tür olayların kendilerine özgü bir saçmalığa sahip olacakları kuşkusuzdur. Hatta bir noktada durum birden gülünçleşir de. İşte o noktada akıl ya kendini korumaya başlar ya da baskıya dayanamayıp ezilir.

(Sayfa 211)

=> Sayfa 242 – 252 arası, Timmy Baterman’ın dönüşü.

Evet, bir olasılıkla Gage döndüğünde biraz… değişmiş olacaktı. İyi ama, bu onun duyduğu sevgiyi azaltacak mıydı? Anne babalar kör doğan, Siyamlı ikizler olarak doğan, sakat doğan çocuklarını severlerdi. Gage sekiz yaşına kadar altına bezle dolaşsa bile onu sevemeyeceğini düşünmek mümkün müydü? on iki yaşına kadar alfabeyi sökemezse ya da hiç okuma yazma öğrenmezse? Silkinip atacak mıydı oğlunu yani…

(Sayfa 265)

Hayvan mezarlığının ve onun ötesinde bir şeyin kendisini çektiğini hissediyordu. Bir zamanlar uyutucu bir ninni, huzur veren bir ses ve buğulu bir güç şimdi giderek kötüleşiyordu – sert ve tehdit ediciydi. Sen bu işe karışma.

    Ama karışmadan olamazdı. Sorumluluğu o kadar hafif değildi.

(Sayfa 292)

Aradaki çizgi bu kadar ince mi, diye düşündü. Fazla bir telaşa kapılmadan öte tarafa geçebileceğin kadar ince demek. Bir ağaca tırman, bir dala tutunup ilerle, mezarlığa atla, sevgililileri seyret… çukur kaz… Bu kadaar basit demek? Çılgınlık mı bu? Sekiz yıl okudum doktor olmak için… ama tek bir adımda mezar soyguncusu oldum…

(Sayfa 305)

=> Sayfa 329,  Louis Micmac mezarlığına giderken önüne çıkan varlığın tarifi. Wendigo tarifi. 

=>Sayfa 340  Büyük ve müthis Oz paragrafı

=>Sayfa 356 Louis’in rüyasında Wendigo tarifi.

Aptallık değil, yas. Bir fark var arada… küçük ama çok önemli. O mezarlığın bataryası çalışmaya devam ediyor. Jud, gücü artıyor, demişti. Haklıydı. Sen de o gücün bir parçasısın şimdi. Senin duyduğun yasla beslendi o… hayır, bundan da öte. İki katına, dört katına, sonsuza kadar çoğaldı. Yalnızca yasla değil, akılla da besleniyor. Senin aklını yedi bitirdi. Sana karına mal oldu bu, oğluna hem de, belki de en iyi arkadaşına da. Gece yarısı kapına vuran şeyin gitmesini istemekte ağır davranırsan sonu bu olur işte: Saf karanlık.

(Sayfa 360)

Leave a Reply