Emmon öyle tatlılıkla ikna ediyordu ki, ona güçlerimizi anlatmanın verdiği güçlülük hissine karşı koyamıyordum. Böylece ona gördükleri ve işaret edebildikleri her yeri tutuşturabilen Olm soyunu anlattım; tek sözle ve tek hareketle eşyalar, hatta evleri, hatta tepeleri bile hareket ettirebilen Callemleri; ve iç görü sahibi oldukları için insanın düşüncelerini okuyabilen Morga soyunu – gerçi Gry onların insanın içindeki hastalıkları ve zayıflıkları gördüklerini söyledi. Bu durumda Morgaların tehlikeli olmasalar bile insanı rahatsız edecek cinsten komşular olabileceği konusunda hemfikir olduk, zaten o yüzden ayak altında değillerdi, kuzeydeki dar vadilerin ötesine uzanan yoksul topraklarda yaşıyorlardı ve güzel atlar yetiştirdikleri dışında onlar hakkında pek bir şey bilinmiyordu.
Sonra ona bütün hayatım boyunca, kuzeydoğudaki dağların tepesindeki geniş topraklarda yaşayan soylar hakkında, yani Helvarmant, Tibromant ve Borremant ile Carrantage’nin savaşçı beyleri hakkında duyduklarımı anlattım. Helvarların marifetine temizlemek deniyordu ve benim soyumun marifetine benziyordu, o yüzden bu konuda daha fazla konuşmadım. Tibrolar ile Borrelerin marifetlerine dizgün ve süpürge deniyordu. Bir Tibromant erkeği insanın iradesini ele geçirip kendi istediğini yaptırabilirdi; buna dizgin deniyordu. Bir Borremant kadını insanın aklını alıp, boş kafalı bir ahmak haline getirebilir, beyinsiz, dilsiz biri olarak bırakabilirdi; buna süpürge deniyordu. Tüm diğer güçlerde olduğu gibi bunlar da tek bir bakış, tek hareket, tek sözle yapılıyordu. Fakat bu güçler bizim için de, Emmon için olduğu gibi söylentiden ibaretti. Dağların bu kısmında o büyük soyların hiç biri yoktu, Carrantage brantorları zaman zaman köle toplamak için akına gelseler de, aşağı insanların arazilerine karışmazlardı.( sayfa 13,14)
Tam içinde yaşarken, hayatınızın bir hikaye olduğunu farketmeniz, onun hakıyla yaşamanıza yardımcı olabilir. Gerçi, hayatınızın nasıl süreceğini veya nasıl biteceğini bildiğinizi düşünmeniz akıllıca olmaz. Bu ancak bittiğinde öğrenilebilecek bir şeydir.
Bitmiş bile olsa, bir başkasının hayatı bile olsa, hikayesini yüz kere duyduğum yüz yıl önce yaşamış birinin hayatı bile olsa, hikayeyi dinlerken, aslında nasıl biteceğini bilmiyormuşum gibi umuda ve korkuya kapılırım; böylece hikayeyi ben yaşarım, o da benim içimde yaşar. Bu ölümü kandırmanın benim bildiğim en iyi yolu. Ölüm, hikayeleri bitirdiğini zanneder. Hikayelerin onunla birlikte değil onun içinde bittiğini bir türlü anlayamaz. (sayfa 16 )
=> Sayfa 20 ile 25 arası, Caddard’ın hikayesinin anlatıldığı kısım; marifetin bedeli.
=>Sayfa 43 ile 47 arası, hasta kadın ile dört kızının hikayesi, oğluşun ilk klasik masalı.
Çakmaktaşı ile çelik yıllarca yan yana durur da en ufak bir kıpırtı olmaz, ama birbirine sürtersen kıvılcımlar saçarlar. İsyan anlık bir şeydir, birden ortaya çıkar, bir kıvılcım, bir ateş gibidir. (sayfa 75)
=>Sayfa 122, Gry’ın marifetini nasıl kullandığını anlattığı kısım.
Konuyu genişletirken, ayrıntılara dalarken, Gry’ın sorusuna cevap ararken biraz annemin hikayesinin hudutlarının ötesine taşmıştım. Bunu sık sık yapardım. Bir hikayenin bozulmaması gereken bir kutsallığı vardır diye bir anlayışım yoktu, daha doğrusu bence bütün hikayeler kutsaldı, onları dinlerken veya anlatırken içine görüp içine girebildiğim , hürce istediklerimi yapabildiğim harika söz varlıklarıydı onlar: Kendi kuralları olan, ama yine de hikayelerin ötesindeki dünyanın tersine benim denetimimde olan, bildiğim ve anladığım bir dünya. körlüğümün hareketsizliği ve sıkıntısı içinde gittikçe bu hikayelerle yaşamaya başlamıştım, onları hatırlıyor, annemden anlatmasını istiyor, kendim bu hikayelere devam ediyor, onlara biçim veriyor, Ruh’un Kaos’a yaptığı gibi onlara sözle varlık veriyordum. (sayfa 129)
Bir çölün kıyısındaysa insan, çölün engin olabileceğini düşünebilir. Belki de çölü geçmenin bir ay alabileceğini düşünebilir. İki ay geçti, üç ay, dört ay ve her gün tozun içine doğru atılan bir başka adım oldu. (sayfa 135)
Canoc’la ben, yas tutarken birbirimize destek olamadık. Olamazdık. Benim kaybım ne kadar zalim ve zamansızca olursa olsun, zamanın zaten bir gün benden alacağı ve yerini doldurabileceğim bir şeyi kaybetmiştim. O ise kaybettiğinin yerini dolduramazdı; hayatının tüm tadı gitmişti. (sayfa 138)