Çeviren: Ceren Gürein
İLk Basım Tarih: 13 Ekim 2020
Kemik çatırtılarının, kas ve etin gerilip çekilmesinin mide bulandırıcı sesi sokağı dolduruyor. Sırığı andıran adamın vücudu inanılmayacak kadar büyüyerek beyaz cübbesi kadar kolay bir şekilde derisini de yırtıyor. Artık onun yerinde duran şeye tam olarak adam bile denemez. Nereden baksanız üç metre boyunda; hayvanların arka bacakları gibi geriye bükülen bacakları, çoğu insanın iki katı genişliğinde uzun bir gövdeyle birleşiyor. Kalın kemik ve kastan oluşan kolları omuzlarından yere doğru sarkmış. Fakat göze çarpan nokta kafası; uzun ve kavisli yapısı sivri, kemikli bir uca sahip.
Bu bir Ku Klux. Gerçek bir Ku Klux. Oyulmuş fildişi bıçaklara benzeyen pençelerine kadar, yaratığın her parçası soluk kemik beyazı. Beyaz olmayan tek yer gözleri. Toplamda altı tane olmalı; kavisli başın her iki yanında üçer adet siyah üzerine kırmızı lekeli boncuklara benziyorlar.
(Sayfa 18)
“… Ama evrenimizin yalnız olduğunu kim söyleyebilir? Belki yanımızda kâğıt gibi yığılmış başkaları da vardır. Ve bu Ku Kluxlar başka bir yerden gelmiştir.” ,
(Sayfa 48)
Molly başını iki yana sallıyor. “ Henüz bunu hesaplayamadık. Enfekte olduktan sonra, morfolojik dönüşüm bireye bağlı gibi görünüyor.”
Bu, Klan halkının nasıl Ku Klux’a dönüştüğünün bilimsel açıklaması. Molly bunun bir enfeksiyon ya da parazit gibi olduğunu söylüyor. Ve nefretle beslendiğini. Söylendiğine göre, tüm hücrelerinle nefret ettiğinde vücuttaki kimyasallar değişiyor. Enfeksiyon bu nefretle buluştuğunda da kişiyi Ku Klux’a çevirecek kadar güçlü olana kadar büyümeye başlıyor. Bana sorarsanız, bu düpedüz kötülük, yani o Klanları içeri alıp içleri boşalıncaya kadar onları yemeleri. Geride, bir zamanlar insan olduklarını hatırlamayan kemik beyazı şeytanlar bırakmaları.
(Sayfa 49,50)
Bu üçü de insan değil zaten. Pazar günleri kiliseye giden teyzeler gibi göründüklerine bakmayın. Bir kere, gölgeleri yok. Gözünüzün ucuyla baktığınızda vücutları parıldamaya ve bulanıklaşmaya başlıyor. Bir keresinde çok uzun süre baktım ve üçü de değişti. Hâlâ kadın formundaydılar ama uzun, kanlı önlüklerinin içinde ince ve nahoş derecede uzun boyluydular. Yüzlerinin yerinde gerçek kahverengi deri gibi görünen maskeler vardı. Altında yatansa…yani… bana tilkileri hatırlattı. Kızıl kürklü, sivri kulaklı ve koyu turuncu gözlü.
(Sayfa 72)
Ondine Teyze kılıcın nasıl ortaya çıktığını anlattı. Onu yapan kişi Afrika’da köle ticareti yapan, hâli vakti yerinde biriymiş, ta ki kandırılıp kendi de bir köle olarak satılana dek. Demircilikle arası iyi olduğu için demirci yapılmış. Kılıcı, eskiden onun önemli biri olduğunu gösteren o kılıca benzer bir şekilde yapmış. Fakat daha büyükmüş bu kılıç, sadece tören için yapılmamış. Adam onu büyüyle dövmüş, satılan ölülerin ruhlarını çağırmış. Onlara şarkılarını söylemelerini, onları denize gönderenlerin ruhlarını aramalarını, bu reisleri ve kralları hata kendisini bile o demire hapsetmelerini istemiş; kötülük yaptıkları kişilere hizmet etmeleri için.
Kılıcı çağırdığımda o öfkeli köleleri görüyorum; şarkıları kılıca hapsolmuş huzursuz reisleri ve kralları çekiştirerek uyuyan tanrılar cevap verene kadar haykırmalarını sağlıyor. Kılıcın gücü buradan geliyor, intikam ve tövbeden.
(Sayfa 73, 74)
=> Sayfa 74 , kızaramamak
“ Bir zamanlar iki kardeş varmış, Gerçek ve Yalan. Bir gün oynarken palalarını havaya fırlatmışlar. Palalar da olabildiğince büyük bir hızla aşağı düşmüş –şak! – yüzerini tümüyle kesivermiş! Gerçek, eğilip yüzünü aramış. Ama gözleri olmadan göremezmiş. Yalan ise sinsiymiş. Gerçek’in yüzünü kaptığı gibi kaçmış! Vın! Şimdi de Yalan, Gerçek’in yüzünü takıp tanıştığı herkesi kandırıyor.”
(Sayfa 77)
“ Yani, onları ihtiyacımız olan yöne yönlendirebiliriz ama içlerindeki bu nefret onlara ait. Gördüğün gibi, Maryse, ne ten rengin ne de dinin umrumuzda bizim gözümüzde hepiniz sadece etsiniz.”
Boynunu döndürüyor, ben onu izlerken derisinde yaralar beliriyor; yüzünde, kollarında, parmaklarında. Yara değil. Küçük ağızlar, rüyadaki gibi. Hatta gözleri geriye yuvarlanıyor ve gözlüğünün arkasında kırmızı diş etleri ve tırtıklı dişler beliriyor. Her bir dil, yuvasından çıkmış, açlıkla kıvranmaktayken, onu görüyorum. Onu gerçekten görüyorum. Şimdi neden biz ve bizim deyip durduğunu anlıyorum. Bu tek bir şey değil, onlarca şeyden oluşuyor! Bir araya geldikleri yerleri görebiliyorum Bu insan kıyafetine dikilmişler. Cesedin içindeki kurtçuklar gibi derisinin altında dolaşıyorlar.
(Sayfa 83)
Kayıt 21:
Bu Tarlada Mı Öleceğiz? Şimdi, bu Yakarış’ın pek çok anlamı var. Kölelerin tüm hayatları boyunca bıkmadan usanmadan çalışmaya zorlandıkları tarlaları kastediyor olabilir. Ya da herkesin bir gün göçüp gideceği bu dünyayı. Gece gündüz demeden çalıştığınız o ağır işte yaşam, ölüm ve Tanrı’nın amacı hakkında düşünmekten başka yapacak ne var ki? Bütün büyük düşünürler kırbaca yenik düştüler. Gittiler ve sırlarını da mezara da götürdüler.
– Bayan Henrietta David ile söyleşi, yaş 72,
EK tarafında Gullah dilinden çevrildi
(Sayfa 91)
Gece Doktorları, Gece Doktorları
Kapının altından girerler gizlice.
Zencilerin dilini ve gözlerini çalar
Daha fazlası için dönerler akabinde.
Gece Doktorları, Gece Doktorları,
Alırlar seni ölü ya da diri,
Kesiverirler zencilerin ellerini ve ayaklarını,
Hatta başını dahi.
Gece Doktorları, Gece Doktorları,
Kapıp götürecekler seni beyaz odalarına.
Zavallı zenci bir çocuğu kesip açacak,
Karaciğerini, safrasını gösterecekler ona.
Gece Doktorları, Gece Doktorları,
İstediği kadar ağlayıp sızlan
Ama kesilip biçildiğin vakit
Yitip gidecek her bir parçan.
(Sayfa 116)
“ Bu Gece Doktorları da kim? diye soruyor Emma, cevap almak için etrafına bakarak.
Masanın karşısında Şef, parmaklarının arasında bir joker kartıyla geriye yaslanıyor. “Bir hikâye. Birliğimdeki Virginialı bir adamdan duymuştum. Bize büyük dedesinin kölelik döneminden kalma anılarından bahsetmişti. Gece Doktorları, sözde, köleleri çalan ve üzerinde deneyler yapan (uzun boylu ve beyaz giyinmiş) iblislermiş. Ama bunların hiçbiri gerçek değil. Onlar yalnızca, geceleri etrafta dolaşıp köleleri korkutan efendilerdi. Duyduğuma göre, ölü kölelerin cesetlerini, kesmeleri için tıp fakültelerine satıyorlarmış.
(Sayfa 117)
İnsana benziyorlar. Yok hayır devlere. İki kişiler, uzun beyaz cübbeler giyiyorlar. Biri beni altı parmaklı eliyle tutuyor, soluk teni kemiğinin üzerinde gerilmiş. Şef’in belimde duran bıçağını hatırlayarak uzanıp bıçağı kavrıyor ve o ele saplıyorum. Göçük bile oluşmuyor. Beni tutan kişi ince boynunun üzerindeki başını çevirir çevirmez mücadele ruhu bedenimi terk ediyor. Hiç şüphesiz, bu bir Gece Doktoru.
Bana bakan yüz renksiz ve boş; göz ya da burun yok, ağız bile yok. Uzun bir kafada buruşuk bir ciltten ibaret. Kulaklarıma, bilenen bıçaklar gibi fısıldayan bir dizi ses geliyor… “
(Sayfa 127)
“ Bildiğin üzere, biz sizin nefret dediğiniz şey konusunda uzmanız. Sizin türünüz için bu sadece bir duygu. Sizi birbirinden güzel türde şiddet uygulamaya itebilecek, gözlerin ardındaki bir parça öfke. Ama bizim için bu duygular başlı başına bir güçtür. Ondan besleniriz. Ona çok değer veririz. ” Toplanmış olan Klanlara dönüyor. “ Şu nefis nefrete bir bak. Onu biz yetiştirmedik, içlerinde hep büyüyordu. Gelişmesine yardımcı olmak için biraz dürttük. Birkaç makara selüloit sayesinde bize tüm benlikleriyle, isteyerek geliyorlar. Ama bu nefret, sürdürmek için pek de…yeterli değil.”
Kaşımı kaldırıyorum. Bu Klanlar ban yeterince nefret edebiliyor gibi görünüyor.
“Görüyorsun ya, nefretleri anlamsız. Zaten güç onlarda. Yine de kontrol ettiklerinden, kendileri için gerçek bir tehdit oluşturmayanlardan nefret ediyorlar. Korkuları gerçek değil, sadece güvensizlik ve yetersizlikten ibaret. İçten içe bunu biliyorlar. Bu durumda nefretlerinin… sulandırılmış bir viskiden bir farkı kalmıyor. Ama bir de senin halkına bak!”
Gözleri aydınlanıyor ve bir adım daha yaklaşıyor.
“Nefret etmek için sağlam bir nedeniniz var. Sana ve halkına yapılan tüm haksızlıkları bir düşün. Kırbaçlanan, dövülen, avlanan, sıkıştırılan, onların ellerinde çok acı çekmiş bir halk. Onlardan nefret etmek için her türlü sebebiniz var. Yüzyıllarca süren ahlaksızlıklardan tiksinmek için. Bu nefret çok saf, çok kati ve haklı, çok güçlü.”
(Sayfa 144, 145)
Gerçeği görmeye çok yakınsın, diye mırıldanıyor Büyük Kiklop. Öfkeni ver bize. Sana onu nasıl kullanacağını gösterelim. Düşmanlarınızdan korkmadan ve onlara merhamet etmeden. Sakın ondan kaçma. Onu kucakla. Nefretin yarattığı nefret için kimi suçlayabiliriz ki?
(Sayfa 151)
… Bir an için kavga ediyorlar gibi görünüyor, benim şarkılarım ile onun düzensiz korosu. Ama gerçek bir kavga değil bu. Benimki mücadeleden ve saf sevgiden ilham alan güzel bir müzik. Onunkiyse nefret dolu gürültüden başka bir şey değil.
(Sayfa 161)